İstanbul sağ olsun konfor alanım bedenim oldu.
Malla mülkle işim yok, tanıdık kediler, yolumu gözleyen köpekler, ne zaman çiçekleneceğine hakim olduğum ağaçlar.
Çöp konteynerını her zaman olduğu yerde göremeyince anlık bir telaşa kapılıyor insan yanlış yerde mi indim minibüsten diye.
İlkel insanlar gibi ağaca nehre bakıp değil de böyle böyle buluyoruz gideceğimiz yeri. Bir konfor alanımız var kendimizi korumak için vahşi hayvanlara karşı. Gür bir çalılık, yüksek bir ağaç dalı. Bir nehir kenarı gibi bereketli A101 yanı. Metroya da 27 dakika.
İstanbul’a taşındığımızda 12 yaşındaydım. Bandırma’daki okullarda olduğu gibi mavi önlük yerine kravat ve süveterli bir takım giymek fikri pek heyecanlandırmıştı. Tabi tek parça bir elbise yerine bu konsept üniformaya sahip olmanın maliyetinin pek hesabını yapamamıştım. Annem yapmış olacak ki lisede de aynı eteği giydiğimden kısa bir süre ‘kötü şöhret’ sahibi bile olmuş olabilirim etek boyumla.
İstanbul’a taşındığımız yıllardan bugüne 8 farklı evde oturduk. Küçük, büyük, rutubetli, üst katında ev sahibinin oturduğu, üst katında ev sahibinin oturmadığı, bahçeli dubleks, deniz kenarı, apartmana girince iki kat aşağı inilen. Birçok ev.
Birçok evden -şimdi şöyle üstünkörü düşününce- geriye ne kaldı diye düşünüyorum. Duvarlar, fayanslar, merdivenler bulanık bulanık.
Yaşadığım birçok evin artık neye benzediğini tam anımsayamıyorum. Ama bana hissettirdiklerini hatırlıyorum. Bahçeden köpeğim Max’i çalmışlardı. Karşı komşum Anna saçlarının dibinin çıktığını hiç göremeyecek kadar bakımlı bir sarışındı. Bir gün bir adam bizim mahalleden 2 kadını arabayla takip edip, üstlerine saldırmış kuytulukta. Adamı bir dövdü tüm mahalle. Adamın yüzü tanınmayacak hale geldi. Mahsun ile Keto vardı iki kardeş köpek. Sahile giderken peşimize takılmasınlar diye evden aşırı sessiz çıkardık. Çünkü kendi mıntıkalarından çıkıp sahile kadar bizle gelir, orada diğer köpeklerin gazabına uğrarlardı.
İşte her bir yeni taşınış bir mıntıka dışına çıkış, yeni bir kabileye merhaba demekti bizim için. Biz bir önceki mahallenin olduğu gibi buranın da yenisiyiz. 1. sınıftan beri beraber okumuş olan sınıfa 4. sınıfta dahil olan o yabancı öğrenciyiz. Bugün buradayız ama yarın burada olur muyuz kimseye söz veremeyiz.
Annem bir gün, her gün sulayıp sohbetini de esirgemediği güllerin fotoğrafını paylaştı instagram’da ‘Güllerimiz açtı’ diye. Ev sahibi de altına şöyle yorum yaptı: Evime iyi baktığınız için teşekkür ederim.
Böyle başkalarının güllerini sulayarak bir üniversite okuyup, bir işe girip, sabah akşam çalışıp, arada başkalarının güllerini ihmal etmeyip yaşar giderken yeni bir göçün haberi geldi.
Civarda artık bu kiraya oturan yok. Bu gülleri artık daha fazla para verenler sulamalı. Artık kumrulara ve serçelere ince bulgur ve buğdayı ayrı ayrı koyan başka kiracılar lazım. Saksağanlar ne bulsa yer de, serçeler bu ara zorda. Kiraz ağacında defalarca yeşil papağan gördüğüme yemin edebilirim.
Şükürler olsun mülk sahibi olamadığımız gibi, başkasının mülkiyeti üzerinde uzun süre iskan ederek sahte bir sahiplenme de vücut bulmuyor bünyede.
Ana karnından yeni doğmuş gibi sıfır. Yastık altında kefen parası bile yok kafa öyle rahat. Konfor alanını kendi bedenine indirgemiş, yarınını çok çok keyfi yerindeyken düşünen modern zaman göçebeleri. Başkalarının güllerini sulamak üzere dünyaya gelmiş olanlar.